Gıda güvenliği, gıdanın arz edilmesi, tedarik edilmesi ve bireylerin gıda maddesine erişimiyle ilgili bir olgudur. Gıda güvenliği ile ilgili kaygılar tarih boyunca hep var olmuştur. Tarihte 10.000 yıl öncesinde gıda ambarları bulunduğu bilinmektedir, yani gıda güvenliği ile ilgili kaygılar insanlık tarihi kadar eskidir. Gıda güvenliği tanımı, 1996 yılındaki Dünya Gıda Zirvesi’nin nihai raporunda ise gıda güvenliği; “bütün insanların aktif ve sağlıklı bir hayat sürdürebilmeleri için gerekli olan besin ihtiyaçlarını ve gıda önceliklerini karşılayabilmek amacıyla yeterli, sağlıklı, güvenilir ve besleyici gıdaya fiziksel ve ekonomik bakımdan sürekli erişebilmeleri” durumu olarak tanımlanmaktadır. Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere bir gıdanın belirli bir bölgede üretiliyor olması gıda güvenliğinin sağlandığı anlamına gelmemekte, aynı zamanda bölge insanlarının gelir seviyelerinin de bu gıdayı satın alabilecek düzeyde olması ve gıdanın da insan sağlığı için risk oluşturmaması gerekmektedir.
Ülkemizde gıda güvenliği kelimesi, 2011 yılında 5996 Saylı Kanun çıkana kadar İngilizce’deki “food safety” kelimesinin, gıda güvencesi kelimesi de “food security” kelimesinin karşılığı olarak kullanılırken bu yıldan sonra gıda güvenliği her iki kelimenin de karşılığı olarak kullanılmaya başlanmıştır.
Gıda güvenliği kavramı, uluslararası seviye de ilk olarak 1996 Dünya Gıda Zirvesi ile küresel hedefler arasına girmiş olmakla birlikte, kaynağı 1929 yılında baş gösteren büyük buhrana dayanmaktadır. Bu yıllarda dünya pazarlarındaki ani kriz ve meta fiyatlarının şiddetli düşüşü, dünya çapında işsizliğe ve açlığa yol açmış, siloların, depoların ağzına kadar dolu olmasına rağmen pek çok insan açlıkla karşı karşıya kalmıştı. Türkiye de dahil pek çok ülkede büyük buhran, devletin doğrudan veya dolaylı olarak ekonomiye müdahalesine, üreticinin ve tüketicinin mağduriyetini önleyici önlemler alınmasını hedefleyen destekleme politikalarının uygulanmasına neden olmuştur. Gıda güvenliği, İkinci Dünya Savaşının yol açtığı kıtlık yıllarında hem milli güvenlik, hem de toplumsal bir gereksinim olarak devlet politikalarının önemli hedefleri arasında yer almıştır. Bunun en ciddi örneklerinden biri savaş yıllarında Türkiye de dahil pek çok ülkede zorunlu tüketim mallarını devlet kontrolü altına alan karne uygulamasıdır. İkinci Dünya Savaşı sonrası ortamında gıda güvenliğinin uluslararası bir boyut kazandığını gözlemliyoruz. Bu süreçte, kendine yeterli milli hedefler yerine, dünya pazarları için tarımsal meta üretiminin teşvikine yönelik yeni tarımsal kalkınma planları benimsenmeye başlandı.
1970’in ikinci yarısında, OPEK krizinin ardından birden yükselen enerji fiyatları, sonrasında gelen malî kriz, ABD ve Sovyetler arasındaki büyük tahıl ticareti ile sarsılan gıda borsaları ve bunları takip eden dış borç krizi pek çok ülkede gıda politikaları kadar, sosyal refah politikalarını da etkileyen değişimleri beraberinde getirdi. 1980’ler boyunca dünyanın pek çok ülkesinde uluslararası finans kurumlarının direttiği sıkı para politikaları ve ekonomik tedbir paketleri enflasyonla mücadeleyi hedeflerken, yoksulluk ve açlık olgusunu yeniden gündeme geliyordu. 2007-2008 gıda krizinde de bazı ülkeler gıda ticaretini yasaklayarak kendi ülkelerinin gıda güvencesini garanti altına almaya çalışmışlardır. Nedeni ne olursa olsun, bugünün dünyasında 868 milyon insanın aç olması kabul edilir bir husus değildir.
Günümüzde insanlar için gerekli olan gıda kaynakları, stratejik bir konu haline gelmiştir. Gıda güvenliğine sahip olmayan kişi veya toplumlar temel olarak açlık veya yetersiz beslenme çekmektedirler. Açlık; insanların verimli, aktif ve sağlıklı bir yaşam sürdürebilmesi için yeterli miktar olan gıdaya ulaşamama veya tüketilen gıdanın protein gibi makro ve/veya vitamin gibi mikro besin bileşenlerince eksikliği olarak tanımlanırken, yetersiz beslenme insanların günlük ihtiyaçlarını karşılamak için alması gereken ortalama 1800 kcal diyetsel enerjiyi alamaması olarak tanımlanmaktadır.
Toplumsal boyutta, gıda güvenliğinin yetersizliği nedeniyle birçok sorun ortaya çıkmakta, ülkesel huzursuzluklar oluşmakta ve savaşlar olmaktadır. Gıda dengesizliği nedeniyle oluşan bu sosyal kargaşalar, gıda güvencesini daha da büyük tehlikeye sokmaktadır. Bireysel boyutta ise açlık, çeşitli sağlık sorunlarını da ortaya çıkarmaktadır. Bu sorunlar çoğunlukla kalp ve damar hastalıkları, solunum ve sindirim sistemi rahatsızlıkları, bağışıklık sistemi zayıflamaları, tüberküloz, felç ve enfeksiyon gibi hastalıklar ve prematüre bebek doğumlarıdır. Günümüz verileri ile yaklaşık 7 milyar olduğu bilinen dünya nüfusunun, 2050 yılında yüksek tahmin oranıyla 11,3 milyar olacağı öngörülmektedir. Günümüzde FAO’nun son tahminlerine göre dünya nüfusunun yüzde 12,5’i (868.000.000 kişi), yetersiz beslenmektedir. Çağımızın en önemli sorunlarından biri olan gıda güvencesinin sağlanabilmesinin tek yolu, mevcut nüfusla doğru orantılı olarak fiziksel ve ekonomik açıdan ulaşılabilir gıda ve su temin edilebilmesidir. Bu nedenle dünya ortalama nüfus artış hızını azaltma çalışmaları ile birlikte, sürekli olarak artan nüfusa yetebilecek oranda gıda üretiminin de sağlanması gerekmektedir. Ancak yapılan bir araştırmada dünyada tarım üretiminin 2030 yılına kadar çeşitli nedenlerle her yıl % 1,5 oranında azalabileceği de ortaya konulmuştur. Dünyanın yıllık yaklaşık toplam 2250 milyon ton tahıl üretimi ve 7 milyar olan nüfusu dikkate alındığında günlük kişi başına düşen tahıl miktarının 1 kg kadar olduğu hesaplanmaktadır. Bu hesaplamadan da anlaşıldığı gibi açlık riski yalnızca gıda yetersizliğinden değil, aynı zamanda üretilen gıdaların dengesiz dağılımından da kaynaklanmaktadır. Dünyada milyonlarca insan açlıktan ölmekle karşı karşıya iken bir o kadar insan da obeziteden şikâyet etmektedir.
Gıda güvenliğinin birinci şartı sağlanabilirlik yani gerek birey, gerek hane halkı; bölge, ülke ve küresel düzeyde olsun, herkese yeterli gıdanın sağlanması gıda güvencesi için önemli bir şart. Kişi başına yıllık ihtiyaç olan 800 kg gıda; verimli topraklarda 800 m2 araziden karşılanabilirken, bunun için verimsiz topraklarda gerekli arazi miktarı 1000 m2 ’den daha fazla olabilmektedir. Ama maalesef yeterli gıda olması, bu gıdanın adil olarak her ihtiyacı olana ulaşması anlamına gelmiyor. Bu nedenle erişilebilirlik, gıda güvenliğinin ikinci şartıdır. İlk koşul için yeterli üretim gerekirken, bu ikinci koşul için etkin dağıtım, depolama, pazarlama kadar, kişilerin temel üretim araçlarına veya yeterli gelire sahip olmaları, bunların mümkün olmadığı koşullarda ise toplumsal refah kurumlarının etkinlikleri gerekiyor. Gelir dağılımının giderek dengesizleşmesinin yanında gıda fiyatları da hızla artmaktadır. Hazırlanan bir rapora göre 2011 ile 2020 yılları arasında tahıl fiyatlarının %20 ve et fiyatlarının ise %30 oranında artacağı bildirilmiştir. Gıda fiyatlarında meydana gelen dalgalanmalar açlık çeken nüfus sayısının hızla artmasına neden olmaktadır. Gıda fiyatlarında hızlı bir yükselişin olduğu 2007-2008 yıllarında açlık çeken kişi sayısının 100 milyon kadar arttığı tespit edilmiştir. Gıda güvencesi sadece herkese yetecek kadar gıdanın temini değil. Bu gıdaların sağlıklı, temiz, güvenilir olmasını ve insan onuruna yakışır bir şekilde sağlanması şartını, kısaca kabul edilebilirliği de gerektirmektedir. Üretim ve dağıtımın yeterliliği için, bu günkü üretim faaliyetlerinin gelecek nesillerin ihtiyaç duydukları gıdalara ulaşımını engellemeyecek bir şekilde sağlanması, yani sürdürülebilirlilik de şart.
Öte yandan gıdanın tarladan sofraya gelinceye kadar geçtiği; üretim, hasat, taşıma, depolama, işleme, pazarlama ve evsel tüketim aşamalarında yüksek oranlarda kayıplar gerçekleşmektedir. Gelişmiş ülkelerde marketten satın alınan gıdaların yaklaşık üçte biri evsel atık olarak israf edilmektedir. Bu kayıp oranları tahıl ve baklagillerde toplam üretimin %15 kadarı iken, meyve ve sebzelerde %35 kadar olabilmektedir. FAO’nun son yayınladığı raporda gıda kayıplarının %40’lara bulduğu kabul edilmektedir.
Sonuç olarak uzun vadeli gıda politikalarının yapılmaması halinde, modern tarım ve gıda sisteminin karşılaştığı ekonomik ve ekolojik sorunlar, 21 yüzyılda ciddi bir ekonomik ve toplumsal krizin kaçınılmazlığını gösteriyor. Su ve gıda güvenliği bu koşullar altında dikkatle incelenmesi gereken önemli ulusal, bölgesel ve küresel öncellikler arasında yer alıyor. Gıda güvenliğinin sağlanmasında küresel ısınma ile mücadele edilmesi, dünya nüfus artış hızının yavaşlatılması, tarım alanlarının ve suyun etkin kullanılması, yerel gıda üretim imkanlarının desteklenmesi, yerel gıdaların tüketiminin teşvik edilmesi ve gıda kayıplarının en aza indirilmesi gibi entegre çalışmalarda bulunulmalı ve açlığın ortadan kaldırılmasına yönelik bütüncül tedbirler alınmalıdır. Aksi takdirde; insanlık açlık çekilen bölgelerden refah içerisindeki bölgelere önlenemez kitlesel göçlerle, savaşlarla ve açlığa bağlı toplu ölümlerle yüzleşecektir.